SÖYLEŞİ / MOISHE POSTONE ile
English version – Ελληνική εκδοχή
SÖYLEŞİ: SALİH SELÇUK
salihselcuk AT hotmail.com
Siz, Marx’ın ekonomi-politik eleştirisinin temel kategorilerini yeniden formüle ediyorsunuz. Bugünün reel kapitalist toplumunu açıklarken geleneksel Marksizm, sizce hangi konularda yetersiz kalıyor?
Marx’ın ekonomi-politik eleştirisinin ana kategorilerini benim yeniden formüle edişim, kısmen, 1973’ten sonraki devasa küresel siyasi değişimlerin etkisiyle oldu. Geriye baktığımızda, erken 21. y.y. bakış açısından daha açıkça görüyoruz ki, kapitalizm bir seri farklı tarihi biçim içinde varolmuştur – örneğin 19. y.y. liberal kapitalizm, 20.y.y. devlet merkezli “Fordist” kapitalizm ve şimdi, neo-liberal global kapitalizm. Bu gösterir ki, kapitalizm tarihi düz çizgisel bir gelişim olarak algılanamaz. Bundan da önemlisi, görülüyor ki, kapitalizmin en temel özellikleri bu özgün tarihi şekilleri ile tamamen özdeşleştirilemez.
Benim denediğim, Marx’ın ekonomi-politik eleştirisinin temel kategorilerini dikkatli bir okuma yoluyla, kapitalizmin bu temel özelliklerini yakalamaktır – yani onun çeşitli tarihi şekilleri içindeki sosyal oluşumun çekirdeğini karakterize edenleri. Bu temelde savım, geleneksel Marksizmin liberal kapitalizmin temel özelliklerini – pazar ve üretim araçlarının özel mülkiyeti – kapitalizmin genelde en temel özelliği olarak almasıdır. Dolayısıyla o emek kategorisini kapitalizmin eleştirisine temel dayanak noktası aldı. Kapitalizm burjuvazi ile, sosyalizm proleteryayla özdeşleştirildi. Oysa benim yorumuma göre, kapitalizmin eleştirisi için temel nokta olmak şöyle dursun, kapitalizmde emek, Marx’ın eleştirisinin merkez “nesnesi” olup, Marx’ın mal ve sermaye kategorilerinin kalbinde yeralır.
‘Ücretli iş/çalışma’, kapitalist toplum yaşamını şekillendiren temel form gibi görünüyor. Bunu siz de söylüyorsunuz. Bugün, ‘ücretli iş/çalışma’yı eleştirmeden, akıllı bir ‘kapitalizm eleştirisi’ inşa edilebilir mi?
Tartıştığım, sosyal oluşumun kalbinde emeğin oluşturduğu tarihsel olarak özgün bir sosyal aracılık tarzının varlığıdır – yani, değer. Bu aracılık (ki, bir servet şeklidir de) aynı zamanda tarihen özgün bir tür hakimiyet olup, sınıf egemenliği ile ifade edilebilir, ama onunla özdeş değildir. Soyuttur, özgün bir konumu yoktur, ve zaman içinde değişkendir. Bu hakimiyet şekli (ki sosyal olmaktan çok dışsal bir gereklilik olarak ortaya çıkar) hem kapitalizmde üretim tarzını, hem de onda içkin dinamik karakteri doğurur. Buradan çıkan konuların karmaşıklığına girmeye bir başlangıç bile zor, ancak birkaç önemli tesbit şu ki, sınai üretim (kapitalizm elinde dünyaya gözünü açmıştır) sosyalizmin temelini temsil etmez; daha çok aslen kapitalisttir; kapitalist büyümenin tek sorunu onun krizli olması değildir; bizatihi büyüme tarzı da sorunludur; bir burjuva sınıfının varlığı kapitalizmin nihai tanımlayıcı özelliği değildir; ve (kısaca daha 1844’te Marx’ça tasvir edilen) devlet kapitalizmi varolabilir ve olmuştur; son olarak, varlığı kapitalizmi tanımlayan sınıf proleteryadır, ve kapitalizmi aşmak ancak proleter emeğin kalkmasıyla olur, kutsanmasıyla değil.** Geleneksel Marksizm 20. y.y.da bir seri şekilde çağdışı hale düştü. “Reel sosyalizm” olarak bilinen devlet kapitalizmine temel bir eleştiri getiremedi. Dahası, onun kurtuluş anlayışı 20. y.y.ın son üçte birinde çıkan “yeni sosyal hareketler” denen şeylerin duyguları, ihtiyaçları, ve motive edici güdüleri açısından giderek çağdışı kaldı. Geleneksel Marksizm, proleter emeği, yani sermaye birikiminin bir boyutu olarak ortaya çıkan tarihsel emek yapısını korurken, yeni sosyal hareketler emeğin bu yapısına, yetersiz ve tutarsız da olsa, eleştiriler yapmışlardır.
Siz, Sovyet Komünizminin yıkılışını; sosyalist projenin sonu değil de, Fordizmin yıkılma sürecinin doruk noktası sayıyorsunuz. Nasıl ve ne zaman en son sınırlarına erişti?
Geriye bakıldığında giderek daha açıkça görülüyor ki, Sovyet komünizmi herhangi anlamlı bir biçimde kapitalizmin (ya da sosyalizmin) aşılmasını temsil etmiyordu. Bu sadece daha önce birçoklarının kaydettiği gibi, rejimin demokrasi dışı baskıcı karakteri nedeniyle değildi; ama Sovyetler Birliği’nin yükseliş, duraklama ve gerileyişi devlet merkezli Fordist kapitalizmin yükseliş, duraklama ve gerileyişinin tarihsel rotasını izliyordu. Bunun anlamı, Sovyetler Birliği’nin Fordist dönemin devlet merkezli bir kapitalist türü olduğudur. Bu türün özel biçimi, aslen ulusal (bu örnekte devlet mülkü) kapital yaratmayı denemekle ilgilidir. Bunu da hızlı ve vahşi olarak, Marx’ın “ilkel birikim” dediği biçimde yapmıştır. Kapitalin ulusal ölçekte bu oluşum projesi, hiçbir düzeyde kapitalin aşılması ile özdeşleştirilemez. Tek ülkede sosyalizm ideolojisi tarihinin sonuçlarından biri, özünde tarihsel ve dolayısıyla süreli olan kapitalizmin Marksçı eleştirisinin yerine, özünde aşkın (spatial) bir dünya görüşünün geçmesidir (sosyalist ve kapitalist “kamplar” fikri) – bu, 19. y.y. “Büyük Oyun”unun mizahi uzantısı bir ideolojidir.
Kapitalizm artık devlet merkezli bir yapı arzetmiyor, milli değil; eski malum ulus-devlet çerçevesine sığmıyor. Postmodern toplumun dinamizmini ve şu andaki hükümran düzeni -olumlu anlamda- nasıl yeniden şekillendirebiliriz?
Devlet merkezli Fordist kapitalizm yapısının sınırları 1970’ler başındaki krizde açığa çıkmıştı; bu da bu yapının dağılması sonucunu getirdi (yine de bu krizin temelinde neyin yattığı ile ilgili farklı yorumlar vardır). Sonuçta yeni, neoliberal ve küresel bir kapitalizm yapısı yükseldi. Bu anlamda not edilmeli ki, Sovyetler Birliği’nin hızlı gerileyişi 1970’lerde başlamıştır; 1980’lerde, yani Afganistan savaşı ya da ABD ile hızlanan silahlanma yarışının sonucu değil. Sovyet tarzlı devlet merkezcilik, 1970’ler krizine uyum gösteremeyecek kadar katı olduğunu ispatladı. öte yandan Çin’de Deng’in politikaları, devlet merkezcilik çağının (en azından şimdilik) bittiğini anlayan bir görüşün ifadesi olarak yorumlanabilir. Sovyetler Birliği’nin çöküşü hiçbir şekilde, ve kapitalizmin temel eleştirisi anlamında, sosyalist projenin sonunu göstermez. Temel eleştiri, kapitalizmin tarihsel olarak hem doğurduğu, hem de zorladığı ve temelini baltaladığı özgürleştirici potansiyelin gerçekleşmesine yöneliktir.
Ama yine de çöküş büyük çapta kafa karışıklığı yarattı. Bu kafa karışıklığı kısmen Marksizm-Leninizm’in sosyalist muhayyiledeki olumsuz tarihsel etkisini ifade eder. Ve yine kısmen, devletçilik sonrası bir dönemde bir sosyalist eleştiriyi formüle etme güçlüklerine işaret eder; bir yandan üretim araçlarının özel mülkiyeti ve pazarı eleştirirken, daha temel burjuva ilişkilerine dikkat etmez. Bu eleştiriyi hazırlamak kesinlikle önemlidir ve basitçe özünde milliyetçi olan bir dünya görüşünün (sosyalist “kampı” savunmak) ideolojik bir formülasyonu değildir; bir milletlerarasılık boyutunun ihyasını da kapsamalıdır.
Toplumun marksist açıdan izahını, hâlâ dünyanın tamamına uygulayabilir miyiz? Günümüz dünyasını daha iyi anlayabilmek için sizce de postmarksist bir ekonomi-politik gerekmiyor mu?
Bu çok önemlidir, çünki kapitalizm gerçekten küreseldir ve kolonyalizm, yani Dünya’nın geri kalanına Batılı değer ve kurumların empoze edilmesi, kadar iyi anlaşılmamıştır. Kapitalizm başlangıçta Batı’da çıkmış olabilir; Batı’yı kökten dönüştürmüştür, şimdi dünyanın geri kalanını dönüştürdüğü gibi. Global kapitalizmin ciddi bir eleştirel teorisine yeterli bir temel sağlayan tek teori ilk Marx’ın ifade ettiğidir. 1970 ve 1980’lerde post-strüktüralizm (erte-yapısalcılık) gibi çok güçlü görünen eleştirel teoriler global kapitalizme karşı çaresizdirler. Marx’ın entelektüel mirası üzerine bina ederek kapitalizmin bir gelenek sonrası eleştirel teorisini formüle etmekteki başarısızlık, meydanı, aşırı reaksiyoner ve tehlikeli “anti-kapitalizm” ve “anti-emperyalizm” şekillerine bırakmıştır; bunlarsa 20. y.y. başındaki faşist “anti-kapitalizm” ve “anti-emperyalizm”lerden daha özgürleştirici değildir.